Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
Buradan çok uzakta ülkelerin birinde,
Zengin bir tüccar vardı. o kadar zengindi ki,
İsterse tüm yolları gümüşle döşetirdi.
Yine de geçitleri ve de kaldırımları
Gümüşle döşetecek kadar para artardı.
Fakat o, parasını böyle şeye vermedi,
Çünkü çok akıllıydı, parası da değerli.
Bir metelik yatırıp, onun karşılığında,
On metelik kazanır, katardı harçlığına.
İşte bu zengin tüccar ölüverdi ansızın,
Oğlu, tek mirasçısı olmuştu babasının.
Ne var ki, o babası gibi davranmadı,
Paraları bilinçsizçe ve delice harcadı.
Kağıt paralarından uçurtmalar yaparak,
Altın paralar ile kaydıraklar kayarak,
Gölde eğlenip, durdu, elinde ne kaldı ki?
Dört tane bakır para, gecelikle, terliği.
Böyle kısa sürede onca para harcarsa,
Elbet tükenir gider, mal, mülk, para, ne varsa.
Söylemesi gereksiz, bütün arkadaşları
Yavaş yavaş bu gencin yanından uzaklaştı.
Perişan kılıklıyla kim görünmek isterdi?
Fakat ötekilerden iyimser biri,
Kendisine eski bir sandık armağan etti,
Sandığı verirken de şu sözleri ekledi.
"Sanırım, sen durmayıp, bu yerden gideceksin,
Şu sandık yolculukta eşyanı koyman için."
Hepsi çok iyi ama, hiç eşyası yoktu ki,
Düşünüp, taşınırken sandığa kendi girdi.
Oysa bu sandığın sihirli bir yanı vardı,
Kilidi kapanınca, havalanıp, uçardı.
Genç adam bilmeyerek kapatınca kilidi,
Sandığı bacaların üstünden uçuverdi.
"O da ne?" Derken sandık, bulutlara yükseldi,
Durmadan ve de hızla uzaklara yöneldi.
Sandık altından sesler, çatırtılar duyarken,
Genç adam korkuyordu. "Düşsem ne yaparım ben?"
"Akrobatlık yapsam da yararı olmaz şu an."
Neyse ki, sağlam çıktı ve sandık kırılmadan,
Uzak bir Şark ilinde, güzel bir yere indi.
Burası sık yapraklı, koruluk ve sakindi.
Sandığını yapraklar arasına sakladı,
Sonra da şehre doğru yürümeye başladı.
Bu yabancı, şehirde hiç dikkat çekmedi.
Çünkü halkın kılığı ona benzemekteydi.
Buradakiler de terlik, entari giyinirdi.
O çağda, bu tarafta böyle gezilirdi.
Genç adam dolaşırken bir dadıya rastladı.
Küçük bir çocuk ile gezen dadıya baktı.
Dedi ki: "Söyler misin, şehrin en dış yönünde
Duvarların ardında yükselen saray da ne?
Görkemli saray neden şehir dışında kalmış?
Pencereleri ise, çok yüksekte yapılmış."
Dadı: "O, padişahın, kızının kaldığı yer.
Nedeni, bir falcının ettiği sözler.
Falcı, kıza "mutsuz bir gönül derdi var" demiş.
Padişah bu durumu engellemek istemiş.
"Ben kızıma bir saray yaptırayım yüksekçe,
Asla mutsuz olmasın, korunsun gündüz, gece."
Diyerek, kızı için bu sarayı yaptırmış.
Hiçbir ziyaretçiyi ona yaklaştırmamış.
Anne,baba mutlaka yanında bulunurmuş.
Ancak bu koşullarla görüşür, konuşurmuş.
Haberlere tüccarın oğlu teşekkür etti,
Sandığına binerek yine koruya gitti.
Fakat sandık dolaştı, saraya doğru uçtu.
Sonra yavaşça inip, dam üstünde oturdu.
Genç adam prensesin penceresine baktı,
Güzel kız divanında derin bir uykudaydı.
İçeriye süzülüp, onu öptü alnından.
Genç kız korkuyla kalkıp, pek şaşırmıştı o an.
Genç, kendini bir derviş diye tanıttı ona,
"Uçarak, senin için geldim ta....buralara."
Derken, gencin öyküsü kızın hoşuna gitti.
Anlattığı sözleri neşe ile dinledi.
Başbaşa oturdular, genç adam konuşkandı.
Ona, gözleri için bir de öykü anlattı.
O gözleri, çok güzel, derin göle benzetti,
Deniz Perisi gibi orada yüzmekteydi.
Alnı karlı bir dağdı, sanki onun içinde,
Çok güzel resimler ve süslü galerilerle,
Odalar var diyordu; sonra büyüleyici
Güzellikte bebekler ve kuşlardan söz etti.
Bunlar gibi daha çok ilginç öykü söyledi.
Sonra da prensese, "benimle evlen" dedi.
Prenses bu teklife, "evet" dedi, söz verdi.
"Bir de gelip babamla konuş" diye ekledi.
"Cumartesi buraya annem, babam gelecek,
Umarım ki, onlar da görünce beğenecek.
Bir derviş olman ise onları mutlu eder,
Senin gibi biriyle evlenmemi isterler.
Ancak sen onlara da, güzel öyküler söyle.
Annem çok hoşnut olur, ahlak yollu öyküyle.
Babam ise, komik ve neşeli öykü sever.
Kızın bu sözlerine genç adam, "elbette" der.
"Bu öykülerim sana bir düğün armağanı."
Kız da pek çok altınla bezenmiş kılıcını
Sözlüsü genç adama hemen armağan etti.
Fakir bir adama bu armağan ne iyiydi.
Şu durumda gerçekten ihtiyaç vardı buna.
Böylece ayrıldılar, genç bindi sandığına,
En güzel hayallerle saraydan uzaklaştı.
Çok geçmeden kendine yeni giysiler aldı.
Bir gün yeşil koruda keyiflice oturdu.
Yeni öyküler için, düşündü, hayal kurdu.
Bu kolay iş değildi, hem acelesi vardı,
Sonunda hazır oldu, o gün de gelip çattı.
Padişah, anne sultan, tüm saray ahalisi,
O gün çay partisine genci beklemekteydi.
Çok güzel bir törenle buyur ettiler onu.
Anne sultan, bir öykü isteğinde bulundu.
"Ama" dedi, "bu öykü ciddi bir ders vermeli."
Padişah da atıldı, "biraz da güldürmeli"
Adam dedi: "Elimden geleni yapacağım,
Dikkatle dinleyiniz, şimdi anlatacağım."
"Mutfaktaki bir rafta, bir paket kibrit vardı,
Bu kibrit kibirliydi, pek gururlu yanardı.
Yüksek bir ailenin bireyi sayılırdı,
Uzun, yaşlı ağacın küçük parçalarıydı.
Şimdi rafta, bir çakmak kutusunun yanında,
Demir, büyük gövdeli çaydanlık arasında,
Oturup komşuların öyküsünü dinlerdi.
Onlar hep gençlikten ve geçmişten söz ederdi.
Kibrit, "evet" diyordu, "o ağacın parçası,
Hem tepelerde olmak, üstünlük açıkcası.
Sabahları çayımız "çiğ" denilen elmastan,
Şarkı, masal dinlerdik konup, uçan kuşlardan.
Bütün bir yıl boyunca yemyeşildi giysimiz,
Zavallı meşe, kayın, kış gelince görseniz,
Çırılçıplak görünür, çamlar öyle değil ki,
Fakat bir gün ormana, ormancı çıkageldi.
Biz buna, "bir yenilik" demiştik o günlerde,
Çünkü ağaç kesildi, bölündü aile de,
Güçlü gövde büyük gemiye direk oldu.
Dallarımız çeşitli yerlerde görev buldu.
Daha alt seviyede değerlendirildik biz.
Işıksız olan yere ışıklar vermekteyiz.
Nasıl olup da bizim gibi soylu kişiler,
Bir mutfağın rafında görev alabildiler?
Bilmem ki, buna hayret ediyor muydunuz siz?
Anlattım işte şimdi öykümü öğrendiniz."
Demir çaydanlık, "benim öyküm değişik" dedi.
"Yıkandım, kaynatıldım hep dünyaya geleli.
Kaç defa böyle oldu sayısını unuttum.
Ama çok önemlidir bu evdeki durumum.
İşim gereği evin en önde geleniyim.
En çok neden hoşlanır şu gönlüm söyleyeyim.
Akşam yemeği yenip, şöyle temiz, pak olmak,
Sonra rafa kurulup hoşça sohbete dalmak.
Arasıra avluya giden su kovasını
Saymazsak, biz severiz evde oturmasını.
Dış gezilerden bize ne yarar olabilir?
Zaten pazar sepeti bize haber getirir.
Fakat gelen haberler çoğu kez acı, tatsız,
Ahali pek perişan, hükümetse kayıtsız.
Geçen gün bu nedenle bir çömlek düştü raftan.
Çünkü çok sarsılmıştı duyduğu o laflardan.
Zavallı, paramparça kırıldı ve dağıldı,
İşleri karıştıran hep o sepet olmalı."
Bunu dinleyen çakmak kutusu homurdandı,
"Boşa çene çalmayın" derken ateşler çaktı.
"Ben daha neşeli bir akşam umut ederdim,
Böyle konuşmaktansa, gülelim, eğlenelim."
Kibritler onaylayıp, "evet" dediler buna;
"İlginç bir konuşmayla biraz canlanalım da,
Hangimizin en iyi aileden geldiği
Anlaşılmalı bence, doğrusu bu değil mi?"
Topraktan yapılmış kap, hep karşı koyuyordu,
Kendinden söz etmeyi gereksiz buluyordu.
"Daha eğlenceli bir konu ister misiniz?
Size güzel bir öykü önersem, ne dersiniz?
Danimarka'nın nefis Baltık kıyılarında,
Pek çok kayın ağacı salınırdı rüzgarda.
Böylece öyküsüne başlarken topraktan kap,
"Ne güzel bir başlangıç, şimdiden sevdik, anlat."
Diyerek, tüm tabaklar dikkatle dinlediler,
Sözü, toprak kap aldı, "nerede eski günler?"
"Gençliğim, çok saygın bir aile ile geçti,
Her hafta cilalanan mobilyalı bir evdi.
Yerler de tertemizdi, her gün yıkanıyordu,
İki haftada temiz perde takılıyordu."
Süpürge bu arada başladı konuşmağa,
"Bu öykünle kendini iyi tanıttın bana.
Ne ilginç bir anlatım, ne zarif ve ne ince,
Bir hanımefendisin anladım dinleyince."
Su kovası dedi ki: "Ben de o kanıdayım,
Haydi, şimdi birlikte hoplayıp, zıplayalım."
Herkes onun keyifle sıçradığını gördü,
Toprak kap öyküsünü anlatmayı sürdürdü.
Başlangıçtaki gibi güzel bitti sonu da,
Tabaklar kıkırdayıp, alkış tuttular ona.
Süpürge kalkıp, güzel bitkilerden topladı.
Onlardan taç yaparak toprak kaba doladı.
Ötekilerin belki hoşuna gitmezdi ya,
Gün olur, kap da bir taç verebilirdi ona.
Maşa, "dans edeceğim" dedi, dansa başladı,
Aman Tanrım! Bacağı ne de yükseğe kalktı!
Sandalyedeki basma, ihtiyar minder bile
İyice eğilmişti bu dansı görsün diye.
Dansı bitince maşa, "nerede tacım?" dedi.
Ona da uygun bir taç hazırlanıp verildi.
Kibritler bu duruma ancak dudak büktüler,
"Ne düşük toplum" diye kötümser düşündüler.
Lakin açıklamayıp, susmayı yeğlediler,
Bu defa da bir şarkı söylemeli semaver,
Diye istekler oldu, fakat o söylemedi.
"Soğuk algınlığından pek rahatsızım" dedi.
" Kaynayıp fokur fokur fokurdamazsam eğer,
Sesim de iyi çıkmaz, bozuk sesi kim sever?"
Diye ekledi ama, aslında mutfak gibi,
Bir yerde olduğundan söylemek istemedi.
Bu gururlu semaver, evin sahiplerine
Çok şarkılar söylerdi, bu mutfakta gerek ne?
Pencere kıyısında duran kalem doğruldu,
Eski tüyden yapılmış giysileri pek hoştu.
Bu kalemi hizmetçi arada kullanırdı,
Bol mürekkepli diye güvenli davranırdı.
Bu hali bir üstünlük nişanesiydi sanki
Bundan gurur duyarak konuştu ve dedi ki:
Dışarıda çok güzel sesli bir bülbülcük var,
Çağıralım da bize söylesin şen şarkılar.
Eğitimsizdir ama, kılı kırk yarmayalım,
Şarkılar dinleyerek eğlenmeğe bakalım.
"Sana katılmıyorum" diye çaydanlık kızdı,
Çünkü baş vokalistti, ona bu yapılır mı?
"Aynı zamanda demlik ile kardeş gibiyiz,
Neden sanki yabancı kuşu dinlemeleyiz?
Söyle pazar sepeti, sorarım haksız mıyım?"
Deyince, çaydanlığa, "haklısın" dedi sepet,
"Hem de, böyle tartışma sürüp gidemez elbet.
Evimizi düzene koysak fena mı olur?
hemen işe başlasak herkes yerini bulur.
Ben, en yüksek bir yerde oturmak istiyorum,
Başkan olacağımdan böyle uygun diyorum."
Bir tabak söz alarak, "neden olmasın?" dedi.
" İyi bir sonuç verir bu yer değişikliği."
Fakat tam bu sırada kapı açılıverdi.
Evin hizmetçi kızı hızla içeri girdi.
Konuşmalar durdu ve kimse kıpırdamadı,
Eğer sürüp gitseydi bu tür konuşmaları,
Herkes üstünlüğünü ve yeteneklerini,
Bu evde yaptıkları işlerin önemini
Sayıp dökecek, her an övünç duyacaklardı,
Gecenin kahramanı bile olacaklardı.
Hizmetçi kız kibrite uzandı, onu yaktı,
Kibrit ışık saçarak nasıl da cızırdadı!
Kibritler, "işte şimdi!" diyerek övündüler.
Herkes görmeliydi ki, onlar en üstündüler.
" Karanlığı nasılda aydınlattık" dediler,
Ve sonra tümü ile yanarak tükendiler.
Sultan, dinleyip dedi: " Ne güzel masal sundun,
Bu masalı dinlerken, sanki mutfakta oldum.
Kızımla ikinizi evlendirebilirim."
"Evet, evet" diyerek atıldı padişah da,
Pazartesiye düğün müjdeledi o anda.
Genç adam aileden biri gibiydi şimdi,
Oturup, konuşurken çok rahat, sevinçliydi.
Ülkede derhal düğün hazırlığı yapıldı,
Şehirler, yollar, her yer, bol ışıklandırıldı.
İnsanlara çörekler, pastalar dağıtıldı.
Kentin afacanları zıplayıp, ıslık çaldı.
Bu görkemli olayla herkes neşeli, mutlu,
Ve düğünü beklerken, içten coşkuyla doldu.
Tüccarın oğlu ise, "ben de boş durmayayım,
Havai fişeklerle, roketlerden alayım."
Diyerek, bir çok roket, çeşitli fişek aldı,
Sandığa yerleştirip, sonra havaya saldı.
Nasıl da parıldıyor, hem de patlıyorlardı?
İnsanlar neşe ile, göğe bakıyorlardı.
Ahali heyecandan havalara zıplıyor,
Kiminin terlikleri, kulağına fırlıyor.
Böylece, eğlenceli yaşam içindeydiler,
Prenses mutlanacak diye pek sevindiler.
Kentte, tüm sözkonusu uçan yeni damattı,
Görkemli uçuşları hep şaşkınlık yarattı.
Herkes değişik yorum ile düşünüyordu,
Kimi, "uçan bu sandık sihirlidir" diyordu.
Kimi "saçları vardı su gibi dalgalanan,
Gözleri yıldız sanki, pırıl pırıl parlayan."
Bir başkası, "üstünde ateşten pelerin var,
Kocaman eteğinde melek yüzlü çocuklar,
Şarkı söylüyorlardı, yarın düğün olacak."
Gibi iyi sözleri yeni damat duyarak,
Gönlü hoşnut olarak koruluğuna gitti.
Fakat gördüklerine inanmak istemedi.
O da ne? sandık yanmış, külü kalmış orada,
Havai fişeklerden sıçrayan kıvılcımla.
Artık uçamayacak, geri dönemeyecekti,
Ne padişah kızını, ne düğün görecekti.
Prenses, mutsuz olup, belki ağlayacaktı,
Sonunda o falcının söylediği mi çıktı?
Belki hala bekliyor sözlüsü gelir diye,
Genç adam ise yaya, çıktı uzun geziye.
Peri masallarını anlattı o her yerde,
Bilinmez avundu mu, çare buldu mu derde?
O anlattı, insanlar pek çok masal dinledi,
Fakat kibrit masalı gibi neşe vermedi...
Hans Christian Andersen
Keyifli Okumalar :)
Masalı Dinlemek İsterseniz Lütfen Tıklayın ;)
Yorumlar
Yorum Gönder